Kan Kırmızı

Gazeteci Katrine travmalarından kaçmak için yaz tatilleri ve doğal güzelliğiyle ünlü bir sahil kasabasına yerleşmiştir. Fakat Brickburgh yakınlarında çok sayıda insan kalıntısı ve tarih öncesi eser keşfedilince hayatının üzerine tüyler ürpertici bir gölge düşer. Kalbi kırık bekâr bir anne olan Helene, altı yıl önce erkek kardeşi Lincoln’ü kaybetmiştir. Kardeşinin ortadan kaybolmadan önce bazı huzursuz edici yer altı sesleri kaydetmiş olması Helene’i Brickburgh mağaralarına götürür. Burası, erken dönem insanlarının altmış bin yıl boyunca birbirlerini katlettiği bir sit alanıdır. Mağaraların duvarlarında isimsiz tanrıların resimleri hâlâ durmaktadır. Uyuşturucu tarlalarına ve efsanevi kırmızı halkın yeniden görüldüğüne dair söylentiler çıkmasının yanı sıra, dünyanın bu uzak köşesine gelen araştırmacıların yıllardır sırra kadem basmakta olduğu öğrenilir. Yabancıların hoş karşılanmadığı ve toprağın altında şeytani bir gücün beklediğine inanılan kırsal bir cennettir burası. Karşısına çıkmaya ancak başka çaresi olmayanların cesaret edebileceği ebedî ve paranormal bir varlık pusuda bekliyordur. Ama Kat ile Helene’in kendilerini ve sevdiklerini kurtarmak, bu insafsız barbarlığın önünü kesmek için başka seçeneği yoktur. Nasıl olduğunu anlayamadan bu vahşete dâhil ve mahkûm olurlar. “Daha iyi bir doğaüstü korku romanı yazılamaz. Okurlarını özgün bir zaman ve mekâna götüren, tüyler ürpertici ve ustalıkla yazılmış bir hikâye.”